Soğuk bir kış günü, 13 Ocak 2013’de, İstanbul’da Yeditepe Üniversitesi Rektörlük binasına ulaştım. Hacettepe Tıp Fakültesi’nde benden 3 yıl önde olan ve TurkMSIC çatısında bir süre birlikte çalıştığımız Prof. Dr. Teoman Benli ile buluştuk. Teoman Benli ile birlikte, TurkMSIC yerel yöneticileriyle tam 2 saat ara vermeden söyleştik ve neredeyse zor ayrıldık.
TurkMSIC’ta çalışma öyküm, yurt dışında staj olanaklarını öğrenmek için, Türk Tabipleri Birliği’nin Mithatpaşa caddesindeki 3+1 dairesinin kapısını çalmakla başlamıştı, giriş o giriş oldu. Kapının zilini 1985 yılında çaldıktan sonra, neredeyse 1989 yılında mezun oluncaya kadar çalıştım. Birlikte gittiğim arkadaşım, şimdi Ankara’da Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon uzmanı olan Dr. İbrahim Değirmenci’ydi ve kapıyı açan kişi de şimdi Halk Sağlığı uzmanı olan Dr. Nihal Bilgili’ydi. Ben ve arkadaşım İbrahim Değirmenci, Halk Sağlığı ve özellikle de uluslararası yaz okulu (international summer school on public health) faaliyetlerinde aktif olarak dört yıl çalıştık. Yaz Okulu’muz daha sonra Dünya Sağlık Örgütü tarafından kabul görmüş ve tanınmıştı, bugünkü tanımla akredite edilmişti. Bugünün değerlerine göre büyük işmiş ama öğrencisi olduğumuz fakültenin ruhu bile duymamıştı.
TurkMSIC etkinlikleri sayesinde çok şey öğrendim, bugünden baktığımda görüyorum ki, oradaki çalışmalarımız iş hayatının küçük bir modeliymiş. Diğer gençlik örgütlerinden farklı olarak, yarı profesyonel gibi çalışmak zorundaydık, çünkü yapılması ve bitirilmesi gereken işler vardı. O işleri birilerinin yapması gerekiyordu. Üstelik, zor yıllar olarak bilinen 1980’li yıllarda öyle işler daha bir zordu. Çünkü yaptığımız işlere okulumuz iyi gözle bakmaz, “idoolojik” bulurdu. Pek çok hocamız, bu gibi şeylerle uğraşacağımıza derslerimize çalışmamızı öğütleyip dururlardı. Laf aramızda, öyle söyleyen hocaların dersleri de son derece kuru ve sıkıcı geçerdi. Hacettepe Tıp Fakültesi’nden söz ediyorum. Pek çok öğrencinin girmek için can attığı, dönemin en gözde Tıp Fakültesi’nden. TurkMSIC’ta çalışan herkese Türk Tabipleri Birliği bünyesinde yer almamızdan dolayı daha en baştan negatif bir tutum olurdu. Oysa, Avrupa’lı arkadaşlarımız, güle oynaya ve okullarından destek alarak çalışırlardı. Gittiğim uluslararası toplantılarda buna tanık olur ve bambaşka bir dünyadan gelmenin hüznünü hisseder, neyse ki hissetmekle kalırdım. Avrupa’lı arkadaşlarımızın bu alandaki çabaları doğrudan mesleki kariyerlerine dönüşürken bizler ek bir sorumluluk yüklenmişçesine çalışırdık. Kendimize göre yumurta küfesini yüklenmiştik ama ülkemizin aydınlarının çektiklerini gördükçe, diyecek tek kelimemiz bile olmadığının farkına varır, susar ve kendimizi yeniden çalışmaya verirdik. Daha çok çalışmalı, daha çok şey öğrenmeliydik. Güzel kitaplar, onurlu aydın ve bilim insanlarının öyküleri ana besin kaynaklarımız oldu, her geçen yıl daha çok öğrendik, daha iyi idrak ettik.
Sağlığın tanımını, Turk MSIC yaz okullarının ilk dersini veren Prof. Dr. Nusret Fişek’ten öğrendim. Alma Ata’da 1978 yılında yapılan toplantıda, Dünya Sağlık Örgütü, sağlığı, “bedensel, ruhsal ve toplumsal” iyilik hali olarak tanımlıyordu. Bu tanım bizim için yeterince açıktı. Cumhuriyetimizin kazanımları, sosyalist ülkelerin kazanımları, refah devletlerinin sosyal politikaları yolumuzu aydınlatıyor ve yapmamız gerekenlere ışık tutuyordu. Sağlığın tanımı açık ve bu yolda öğrenmek en büyük tutkuydu ve böyle öğrenmek çok keyifliydi, keşke okul böyle olsaydı. TurkMSIC’in bir alt komite olarak çalıştığı Türk Tabipleri Birliği’ne gelen, mesleğin yüz akı aydın insanlarla sohbet etmek, yeni okunacak kitaplar ve seyredilesi filmler öğrenmek, bunlar üzerine yorumlar yapmak bizim için en önemli kazanımlardı. Farkına varmadan çok şey öğrenirdik. Keyif alırken öğrenmenin ve öğrenirken keyif almanın mümkün olduğunun burada farkına vardık.
Son 20 yılda, kazanım ve beklenti tanımı evrime uğradı. Öğrenmek, gelişmek gibi muğlak ve sübjektif kazanımlar yerine, artık doğrudan yarar getiren bazı beceriler ve bunların teknik tanımları daha makbul sayılır oldu, iletişim kurma becerileri, proje planlama ve yürütme, iş sorumluluğu alma, eğitim faaliyetleri planlama ve yürütme, toplantı idare etme vb gibi. Biz bu faaliyetleri ismini bilmeden yapardık, havalı isimlerini sonradan öğrendik. Yıllar sonra, bu gibi beceriler için Dünya Sağlık Örgütü’nde ve daha sonra Harvard’da kurslar olduğunu gördüğümde şaşırmıştım. Her birinin İngilizce ismi daha teknik bir hava katıyordu ve daha önemli bir faaliyet alanıymışçasına sunulmalarını sağlıyordu. Diğer yandan, iyi de, biz bunları zaten yapıyorduk diyebilmek de güzel bir duyguydu. TurkMSIC yaz okullarına gelen Avrupa’lı arkadaşlarımızın bir kısmı uzmanlık alanı olarak Halk Sağlığı’nı seçtiler. Açıkça, Türkiye’nin Halk Sağlığı geleneğinden etkilenmişlerdi. Bazılarıyla yıllar sonra geriye bakarken, TurkMSIC yaz okullarının, dönemin çok ilerisinde olduğunu teslim edenler oldu. Ne güzel bir gurur ama daha ilerisi olamaz mıydı ya da neden olmadı diye sormadan edemiyorum.
Bizler mezun olduktan sonra, 1990’lı yılların başlarında TurkMSIC, Türk Tabipleri Birliği bünyesinden ayrıldı, bağımsız bir yapı olarak hareket etmeye başladı. Az değil, neredeyse 20 yıllık bir süreçten söz ediyoruz. Bu süreç çok iyi değerlendirilmeli ve bu değerlendirmeyi yapacak olanlar aktif olarak çalışan genç meslektaşlarımızdır. Yine de, naçizane, eski bir TurkMSIC çalışanı olarak görüşümü bildirmek isterim. TTB ile birliktelik ya da yakınlık her iki kuruma da iyi gelecektir. TurkMSIC aktivistleri, tarihten geleceğe, TTB çatısı altında sağlığın “bedensel, ruhsal ve toplumsal” iyi olma halini daha iyi kavrayacak, bu tanımı ayakları üzerine oturtacak ve buna karşılık TTB ise geleceğin seçkin kadrolarını kazanacaktır. Unutmayalım, sadece bir tane hekim birliğimiz var ve bu birlik, Hipokrat’ın topraklarında faaliyet gösteriyor. Aydınlanma mirasını, tıbbiye-i şahane geleneğini, Cumhuriyet değerleriyle birlikte geleceğe taşıyor. Taşımaya çalışıyor. Mirasımız budur ve değerlidir. Dünyada hiç bir ülkenin sahip olmadığı tarihsel zenginliğimizi aydınlanma mirasıyla hep birlikte, tüm kuşaklarla birlikte harmanlamak gerekiyor. Bu bir sorumluluktur. Mesleksel ve bilimsel gelişim gücümüzün kaynağı da burasıdır.
Önder Ergönül